6 Haziran 2021 Pazar

Deniz salyası

 Çok uzun zaman oldu yazmayalı. Ama bu konu beni çok üzdü ve yazmam gerektiğini hissettim. Bunda artık 11 yaşının son aylarını yaşayan Ege’nin büyük payı var. 

Maalesef bildiğinizi gibi Marmara’nın tamamı ve Kuzey Ege’nin bir kısmı deniz salyası ile kaplanmış durumda. Bununla ilgili soru önergesi TBMM’de reddedildi. 

Dünya tarihinde denizini öldüren ilk millet olarak tarihe geçtik. Bunun üzüntüsü içimde o kadar ağırki.

Ben 9 seneyi geçen bir süredir Türkiye’den uzakta yaşıyorum. Bu dönemde en çok özlediğim şey deniz kokusu ve balıktı. En son pandemiden önce Trieste’ye gittiğimde denizin kokusu beni içine çekmişti. Hatta şu an bu satırları yazarken Dario Moreno’dan Deniz ve Mehtap’ı dinliyorum. 

Benim için deniz eşittir huzur. Hele ki benim gibi İzmir doğumlu olup, denizle 40 günlükken tanıştıysanız, denizle ilişkiniz çok farklı olur. İşte bu nedenle deniz salyasını gördüğümde gözlerime inanamadım. Üzüntüden söyleyecek söz bulamıyorum.

Ege’ye bu deniz salyasının ne oldugunu anlatırken, denizi dünya tarihinde öldüren ilk milletimişiz dedim. Ege’den vurucu soru geldi. “Peki Deniz bize ne yaptı ki öldürdük?”

İşte bu yüzden yazıyorum. Deniz bize ne yaptı ki öldürdük?

31 Ağustos 2019 Cumartesi

Otobüs

Budapeşte'de toplu taşımanın çok rahat olduğundan bahsetmiştim.
Geçtiğimiz günlerde ailecek otobüse bindik, hep aynı numaralı otobüse biniyoruz eve gelmek için. Ancak o gün otobüs duraktan kalkarken, otobüs hoparlöründen "Hoşçakalın anonsu" yapılıyordu. Bu anons hem Macarca, hem de İngilizce yapılıyor. En sonunda da "see you later" diye bitiyor. Ada, kendisi Amerikan okulu'nda okuyan, çift bile hakim bir çocuk, neden seven, eight years diyor diye sordu. İyiki İngilizce'si anadili kadar iyi, olmasa ne olurdu acaba :)

6 Temmuz 2018 Cuma

Budapeşte’de toplu taşıma

Bugün Blogcu Anne’nin Instagram’daki paylaşımını okuduğumda aklıma düştü bu konu.
Demişki Blogcu Anne, çocuklar ne zaman toplu taşımada otursa, yetişkinler onlara kötü kötü bakıyor. Çocukların da birey olduğunu anlamamız gerektiğini hatırlatmış.
Şimdi bundurumun Budapeşte’de nasıl olduğunu anlatayım.
Öncelikle Budapeşte’de toplu taşıma sistemi, -buranın yerlileri beğenmese de- bence çok iyi. Metro hatları ve otobüsler için ayrılmış özel yollar aayesinde gün içindeki trafikten kurtulup, hızlıca gitmek istediğiniz yere ulaşabilirsiniz. Ayrıca tramvay hatları da sizi trafikten kurtaracaktır.
Şimdi gelelim çocuklarla yolculuğa, çocukla yolculuk yapıyorsanız, en yaşlı kişi bile ( belki de en çok yaşlılar) kalkıp çocuğunuza yer verecektir. Hem çocuklara olan sevgilerinden, hem de birey olarak onlara saygılarından kaynaklanıyor bu davranış.
Otobüse pusetle binecek olursanız, mutlaka bir yolcu size yardımcı olacaktır. Metrolar biraz daha sıkıntılı maalesef. Metroların asansörleri olmadığı için pusetle yolculuk epey zor oluyor. Yürüten merdivenler, Türkiye’dekilere göre çok daha hızlı ve uzun. Bu nedele pusetle yürüyen merdiven kullanmak daha da tehlikeli olabilir.
Bunun dışında Budapeşte’ye çocuğunuzla yolunuz düşerse, toplu taşımanın keyfini çıkarmanızı öneririm.

15 Haziran 2018 Cuma

Bol kahkahalı bayramlar


Yurt dışında yaşamanın getirdiği en zor noktalardan bir tanesi de gelenekleri yaşatabilmek.

Bunun için biz ebeveynlere çok büyük bir iş düşüyor.

Geçen sene eşimle çocuklara el öptürüp, bayramda harçlık verecektik. Açıkçası kendim el öpmeyi ve öptürmeyi sevmem. Ama bu bizim geleneklerimizde olan bir ritüel ve çocuklarım da bunu öğrensin istiyorum. Aynı zamanda bayramda harçlık alırlarsa istedikleri oyuncaklar için para biriktirme imkanları da olabilir.  J

Geçtiğimiz yıl iyi kötü el öptürmeyi öğretmiştik. Ama aradan neredeyse bir yıl geçti. Bugün sabah eşim, kızımdan elini öpüp, bayramını kutlamasını istedi. Kızım, eşimin elini öptü öpmesine ama alnına götürme kısmını unuttu. Eşim de kızıma nasıl öpeceğini tekrar hatırlatmak içi kızımın elini öptü ve kızımın elini alnına koydu. Aynı her zaman büyüklerimize yaptığımız gibi.

Sıra kızıma geldiğinde, kızım babasının elini öptü ve babasının elini, yine babasının alnına koydu J

Kızıma yanlış yaptığını anlatmaya çalışsak da pek başarılı olamadık.

Bu sefer oğlum yapmak istedi, o da aynısını yaptı, bu sefer benim elimi, yine benim alnıma koydu J

Eşim ve ben kahkahalara boğulduk tabiki de...

Sanırım gelenekleri öğretmek konusunda çok da başarılı bir aile olamadık L

Neyse önümüzde 3 gün var öğrenmeleri için. Onlara ödev verdik, araştırıp, doğru şekilde öpmeyi öğrendikten sonra bayram harçlıklarına kavuşabilecekler.

 

Umarım siz de bizim gibi bayramınıza kahkahalarla başlamışsınızdır ve kahkahalarla devam edersiniz.

Hepinize iyi bayramlar.

 

 

2 Haziran 2018 Cumartesi

Hayatımızdaki yenilikler

Bu aralar hayatımızda ufak değişiklikler olmaya başladı. Mesela ben ocak ayında işe başladım. Uzun zamandır çalışmak istiyordum ama ya istediğim gibi bir iş olmuyordu ya da ben kararsızlık yaşıuordım evle iş arasında seçim yapmakta. Ama çok sevdiğim bir arkadaşım bama seçim yapma imkanı vermeden beni çalıştığı şirketteki açık bir pozisyona tavsiye etmiş. Çok hızlı görüşmeler oldu ve beklemediğim bir anda ile başladım. Hayatım biraz zorlaştı ama bir o kadar da güzelleşti. Çalışmak beni daha canlı tutuyor. Kendime daha fazla güvenim geldi. Çocuklarım için çok kolay değil belki ama zamanla olar da bu tempoya ayak uydurdular.
Bu sırada aklımızdan geçen okul değiştirme fikri de gündemdeydi. Önceleri hayatlarında bir değilikliğe daha ihtiyaçları yok diye düşünürken, daha sonra olmuşken bu da olsun diye düşünüp önümüzdeki öğretim yılı için okullarını değiştirdik. 
Şimdi bu kadar değişiklikle bakalım nasıl baş edebileceğiz diye düşünüyoruz. Umarım önümüzdeki dönem okula başlarlarken endişeli olmazlar ve hızlıca adapte olurlar. Aynı benim işe olduğum gibi. 

22 Mart 2018 Perşembe

Dünyanın en zor mesleği

Dünyadaki en zor mesleğin annelik olduğunu biliyorsunuzdur. Ama benim bunu anlamam daha çok yeni. Anneliğin en zor zamanlarının çocuk sahibi olunan ilk zamanlar olduğunu sanmıştım. Uykusuz geceler, bebeğin ağlamalarına anlam verememek anneliğin en zor yanı olduğunu sanıyordum. Meğer ne kadar yanılmışım. İkinci bebeğim dünyaya geldiği sırada bir sabah çenem tamamen kilitlenmiş olarak uyanmıştım. Dişçiye gittim ve bana geceleri dişlerimi sıktığımı söyledi. İnkar ettim, ben sıkmam dişlerimi, niye sıkayım ki dedim. Daha sonra çene cerrahı olan eşimin çok yakın bir arkadaşı, hayatının en zor dönemlerinden birini yaşıyorsun, dişlerini sıkman çok normal demişti. Şimdi o günlere bakınca pek derdim tasam yokmuş, uykusuzluk dışında diye düşünüyorum.
Hep derler ya " bugünler iyi günlerin" diye. Eminim bu günlerim de iyi günlerimdir. Çocuk büyüdükçe, çocuklu hayatın zorlaştığını her geçen gün daha iyi anlıyorum. Büyüyüp sohbet edelim diye beklediğim çocuklarım, şimdi okullu oldu. Ama okulla birlikte problemler de arttı. Şimdi her tür bilgiye ulaşmak mümkün ve hepimiz çok şey biliyoruz maalesef. Halbuki eskiden tembel çocuk diye bir kavram vardı, dikkat eksikliği olan çocuk değil; yaramaz çocuk vardı, hiper aktif çocuk değil. Bizim ailelerimiz bizi olduğumuz gibi kabul ederdi. Biz ise beklentilerimiz o kadar yüksek tutuyoruz ki, çocuklarımız o beklentileri karşılayamadığı zaman hep birlikte mutsuzluğa sürükleniyoruz.
Halbuki onları olduğu gibi kabullenmek ne büyük mutluluk ve rahatlık herkes için. Bulunduğumuz anın tadını çıkarmak oldukça zor oluyor bu devirde. Keşke endişesiz, korkusuz yaşayabilsek bulunduğumuz anı. Bazen geriye dönüp baktığımzda çocuksuz günlerimdeki tasaların ne kadar yersiz ve boş olduğunu anlıyorum. Bir arkadaşım uykusuzluk sorunları yaşıyor uzun zamandır. Ona bu sıkıntının ne zaman başladığını sorduğumda, çocuklarım doğduğunda dedi. Yani hiç birimiz yalnız değiliz. Hepimiz aslında aynı duygular içindeyiz. Nasıl bir hormonsa bu annelik hormonu, insanı alt üst ediyor. Artık daha rahat olmanın hayalini kuruyorum ama daha bunun ergenliği de var :)

6 Ekim 2017 Cuma

İçimdeki çocuk

Genellikle kendime çok acımasız davranırım. Bu nedenle de ne kendi anneliğimi ne de kendimi beğenirim. Eşimin deyimiyle alçakgönüllü olayım derken kendime haksızlık ediyorum.
Haklı olduğu bir gerçek. Çoğu zaman yaptığım hiç bir şeyi yeterli bulmam.
Ancak bir şeyi farkettim. Çocuklarım büyüdükçe onlarla artık oynamıyorum. Bana ihtiyaçları olmadığını, kendi odalarında mutlu olduklarını düşünüyordum.
Geçtiğimiz günlerde odalarına bir halı aldık. Hani şu üzerinde araba yolu olan basit Ikea halılardan.
Yere serdiğimizde, ben de yanlarına oturdum. Birlikte halının üzerine arabalar koyduk ve oyun oynamaya başladık. O gün, bu kısacık aktiviteden inanılmaz keyif aldık hep birlikte.
İlerleyen günlerde bir gün oğlum, okuldan ödev olarak bir şiir kitabı getirdi. Her gün bir kitap okuması zorunlu, bu da o günün ödeviydi. Ama oğlum, bu kitabı çok isteyerek okumuyordu. Salondaki kanepeye ayaklarımı uzatarak oturdum, oğluma da kitabı alıp yanıma gelip okumasını söyledim. Birlikte battaniyenin altına girip kitabı okumaya başladık. Gerçekten de çok eğlenceli bir kitap değildi ama biz şakalaşarak, kahkahalarla sıcacık battaniyenin altında kitabımızı okuduk. Tahminimizden çok daha fazla eğlendik.
O gün farkettim ki aslında içimdeki çocuğu uykuya yatırmışım ve çocuklarıma karşı bir süredir ciddi bir anne olmuşum. Şimdi yavaş yavaş bu çocuk uyanmaya başladı. İçimdeki çocuk ve yanımdaki iki harika çocukla birlikte artık Maşa ve Koca Ayı izleyip, halının üzerinde araba gezdirip, ciddi kitapları kahkalarla okuyup, yaşadığım hayatı başka bir boyuta taşıyorum. Artık daha az ciddiyet ve bol kahkaya yer açıyorum hayatımda. Çünkü çocuklarım büyüyor ve benimle oynayacakları sadece bir kaç yılları daha var. Bu yılları da kaçırmak istemiyorum.
En güzeli de oğlumun gelip bana, "sen çok komik ve eğlenceli bir annesin" demesi oldu. Bu motivasyonla elimden geldiğince çocuklarımı eğlendirmeye devam edeceğim.